Felsefe Ders Notları

Felsefe Ders Notları


Yazılıda çıkacak konular
-Felsefeyle tanışma
-Bilgi felsefesi
-Varlık felsefesi














Felsefeyle tanışma
          
 Ünite 1-FELSEFEYE GİRİŞ:

A-FELSEFE’NİN ANLAMI:

Felsefe; phila=bilgi ile sophia=sevgi kelimelerinin bileşiminden oluşan ve bütün olarak ‘’bilgi sevgisi’’ anlamına gelen Grek kökenli bir sözcüktür. Öğrenme isteği içindeki insanın; soru sorma, sorgulama ve akıl yürütme yeteneğinin bir sonucudur. Bu açıdan Filozof da; öğrenme isteği ve çabası içindeki kişi demektir.
İnsanoğlunun bilgi arayışına girmesi; yaşadığı doğal ortam karşısındaki yetersizliğini, akıl ve zihin imkânlarını kullanarak aşma ihtiyacının bir sonucudur. Bu ihtiyaç, kendini ve içindeki yaşadığı dış dünyayı tanıma zorunluluğunu ortaya çıkarmıştır. 
İçinde bulunulan ortamdaki varlık ve olayların çeşitliliği, bunların incelenmesi sonucu ortaya çıkan bilgileri de çeşitli hale getirmiştir. 
1.Bilgi’nin Tanımı: 
Bu arayışta tarafların ne olduğu sorusuna gelince, karşımıza iki unsur çıkar. Başta; bilen ya da anlamaya çalışan ve bu konuda azim ve gayret içindeki insan(süje) ile, anlaşılma ihtiyacı içinde olunan dış dünyanın soyut-somut, canlı-cansız her türlü varlık ya da olay(obje=nesne)’dır. Kısaca söylersek Bilgi; anlamaya çalışan süje(kişi) ile anlaşılmaya çalışılan obje(nesne) arasındaki anlamlı etkileşimin sonucudur.
Felsefi anlamda bilgi’nin ortaya çıkışı ise, duyular yardımıyla elde edilen izlenimlerim akıl ve mantık yardımıyla yorumlanmasına dayanır. Bu yönüyle Felsefe tamamen kişisel bir çalışma olup, sonuçları bakımından da öznel(kişisel)’dir. 
Felsefe, insanlık tarihinin bilinen en eski öğrenme çabasıdır. Bu yönüyle, henüz bilimler oluşmadan önce ortaya çıkmış ve ilerleyen zamanlarda ise bilimlerin şekillenmesine öncülük etmiştir. 
Felsefe, bilinmeyeni bilinir hale getirme konusunda istekli ve gayretli filozoflar sayesinde gelişmiş ve günümüze kadar gelmiştir. İnsanoğlunun merak edeceği konular var oldukça, Felsefe de varlığını sürdürecektir.
Bu nedenle Felsefe, bazı filozofların dediği gibi‘ yolda olmak’’tır. Varmak dediğimizde ise, artık, kesin sonuçlara ulaşmış olan bilimlerden söz ederiz.
2. Bilgi Türleri:
Varlıklar dünyasındaki nesnelerin özelliklerine, onları anlamayı sağlayan zihin bağlarına(akt) ve kullanım amacına göre bilgiler çeşitli türlere ayrılmıştır. Biz burada dersimizin asıl konusu olan felsefi bilgi de arasında olmak üzere, sırayla 6 bilgi türünü inceleyeceğiz.
a) Gündelik Bilgi: 
Adından da anlaşıldığı gibi; kişinin gündelik yaşantısı içinde, tamamen rastlantısal olarak elde ettiği ve sebep-sonuç ilişkisine dayanan bireysel deneyimleridir. Bu yönüyle kapsamlı olmayan teknik bilgi de sayılır. Sonuçları bakımından da, tamamen göreceli ve rastlantısaldır. Bilginin başarısı ve doğruluğu kesin değildir. Geçmişte bazı bitkilerden tedavi amaçlı yararlanılması, mevsimsel değişikliklerin havadaki görünümlere bakarak tahmin edilmesi gibi. Bunlara güvenerek hayatı düzenlemeye çalışmak tutarlı bir davranış olmaz. Çünkü genel-geçer sonuçlar içermezler. 30 kişilik bir sınıfta 3 öğrenciye soru sorarak, alınan sonucu sınıfı genel durumu olarak değerlendirmek, gibi. 
b) Bilimsel Bilgi: 
Seçilmiş özel ve bir tek konuyu, yine sadece kendisine ait yöntemlerle inceleyerek elde edilen sistemli, tutarlı ve düzenli bilgilerdir. Ele aldığı konuların kapsamı ve özelliği açısından düşünüldüğünde, bilgi türleri içersinde en geniş çerçeveye sahip olanıdır. İncelenen konu bakımından da, elde edilen sonuçları bakımından da nesnel(objektif) ve genel-geçer bilgilerdir. Bu nedenle Bilimsel bilgi, 3 genel başlıkta incelenmiştir:
b–1) Formel Bilimler: Duyularla algılanıp değerlendirilme imkânı olmayan soyut kavramları inceleyen bilimsel alanlardır. Sadece; kavramlarla ilgilenen Mantık ile sayılarla ilgilenen Matematik’i bu grupta olarak kabul ediyoruz. Ele alınan kavramların nesnel(somut) karşılıkları olmadığı için, bu bilimler sadece soyut form(biçim)’larla ilgilenir. İçerikle ilgilenmezler. 
b–2) Doğa(Tabiat) Bilimleri: Dış dünyada olup-biten ve duyularla algılanabilen somut varlık ya da olayları inceleyen en kapsamlı bilimsel bilgi alanıdır. Somut varlıkların nesnel olarak incelenmesine dayandıkları için de, sonuçları genel-geçer(ortak) ve güvenilirdir. Fizik Bilimleri veya Fen ve Tabiat Bilimleri olarak bilinen tüm bilimler bu gruptandır. Kimya, Biyoloji, Fizik, Astronomi, Klimatoloji, Coğrafya, gibi… Bu bilimler sonuçlara ulaşmada, Determinizm=(Nedensellik-Zorunlu Gerekircilik) ilkesinden hareket ederler. Nedensellik, Doğa olayları açısından; sebep ortaya çıktığında, sonucun da kaçınılmaz olarak ortaya çıkmasıdır. En genel ve değişmez haliyle doğa bilimlerinde geçerlidir. Veya dış dünyada, benzer sebeplerin hep aynı sonuçlara zorunlu olarak yol açması demektir. Toplumsal alanda da nedensellikten söz etmemize rağmen, buradaki nedensellik doğadaki gibi kesin ve değişmez değildir. Göreceli ve değişkendir. Doğa Bilimleri deney-gözlem ve tümevarım yöntemleriyle sonuçlarını elde etmeye çalışır.
b–3) Toplumsal Bilimler (İnsan Bilimleri): İnsanı, toplumları ve genel olarak insanlığın tarihini inceleyen bilimsel alanlardır. Ele aldıkları olayları, ortaya çıktıkları zaman diliminin şartları bakımından değerlendirirler. Bu yönüyle de; somut verilere dayandıkları için bilim olarak kabul edilirler. Başta Sosyoloji olmak üzere Tarih, Ekonomi, Sosyal Psikoloji, Kültürel Antropoloji, Psikoloji, Dilbilimi, Coğrafya; bu gruptandır. 
c) Teknik Bilgi: Kelime olarak san’at, beceri anlamına gelen teknik; doğadaki gizli veya işlenmemiş maddeleri ortaya çıkararak, kullanılır hale getirmek için oluşturulan bilgilerin genel adıdır. İnsan hayatını kolaylaştırmak veya güvenli hale getirmek amacıyla elde edilmişlerdir. Kaynak ve özelliğini bilip-bilmeme açısından teknik bilgiler ikiye ayrılır: Birincisi; kaynak ve özelliği bilinmeden ve bilmeye de gerek olmadan kullanılan ‘’gündelik bilgiye dayalı teknik bilgi’’, ikincisi de; kaynağı ve özelliği önceden bilinen ve bilinmesi de şart olan ‘’bilimsel bilgiye dayalı teknik bilgi’’dir. 1.si tamamen kişisel ve rastlantısal olduğundan, kaynak ve özelliğini bilmek pek gerekli değilken, 2.sinin kaynak ve özelliğini bilmek hem verimlilik, hem de güvenli kullanım açısından şarttır. Bunlar ortaya çıkama aşmasında uzun araştırma ve testlere dayandığı gibi, özelliklerini tanıma olayı kullanıcılar için de geçerlidir. 
d) San’at Bilgisi: Dış dünyanın somut varlık ya da olaylarında var olduğuna inanılan soyut güzellikleri, izleyende takdir ve beğeni duyguları uyandıracak şekilde eserler ifade etmeye çalışan bilgi türüdür. Bu yönüyle hem eseri ifade eden sanatçı, hem de onları değerlendiren izleyici açısından öznel(sübjektif) bir özellik taşır. Kısacası sanatsal bilgi; akla ve kavramlara değil, yaratıcı sezgiye ve zengin bir hayal gücüne dayanır. 
e) Dinsel Bilgi: Varlıklar ve olaylar dünyası ile burada geçerli olan sebeplilikleri, tamamen tanrısal bir kaynak olan vahye dayanarak açıklamaya çalışan bir bilgidir. Elde edilmesi hiçbir şekilde insan çabası gerektirmediği için, hazır bir bilgidir. Doğruluk düzeyi somut sebeplere göre değil, sadece inanca bağlı olarak belirlenir. Bilgiyi doğru kabul etmenin tek belirleyicisi İnanç’tır. 
f) Felsefi Bilgi: Diğer bütün bilgi alanları konularını bölerek araştırmaya çalışırken, genel bilgi alanı olan Felsefe; herhangi bir ayrım ya da sınırlama yapmadan inceleme yapan bir alandır. Bu incelemede veri kaynağı duyuları olmakla beraber, değerlendirmeleri tamamen akıl ve mantık imkânlarıyla şekillenir. Ayrıca da sadece mevcut olanla veya nesnel olanla değil, olması gereken ve soyut olanla da ilgilenmesi yönüyle diğer bilgi alanlarından farklıdır. 
Başlangıç olarak ilk ilgi alanı somut varlıklar ve olaylar dünyası olan Felsefe, bu ortamı incelemek amacıyla, Ontoloji (Varlık Felsefesi) adı verilen geniş bir araştırma alanı kurmuştur. Bu alandaki varlıkların farklı özellikler içermesi nedeniyle, 2 ayrı Varlık Felsefesi oluşturmak gerekmiştir. 1.si; gözlenebilir(somut=nesnel) varlıkları inceleyen Ontoloji(Varlık Teorisi), 2.si de; var olduğu kabul edilmekle birlikte, duyusal izlenebilirliği olmayan soyut varlıklarla ilgilenen Metafizik(Fizikötesi)’dir. 
& Her durumda başlangıç itibarıyla Felsefe, insanın merak ve hayret duygusu ile soru sorma özelliğinin bir sonucudur.
Felsefe’nin Başlıca Soruları: 
Varlık var mıdır, özellikleri nelerdir?
Bilgi’nin kaynağı, sınırları ve değeri nedir?
Bilimler, her şeyi açıklayarak son sınırlarına ulaşmış mıdır?
Gerçek var mıdır, varsa bilinebilir mi?
İnsan davranışını şekillendiren evrensel bir ahlak yasası mümkün müdür?
Tüm toplumların en üst düzeyde mutlu olacağı mükemmel bir devlet düzeni mümkün müdür? 
Bazı varlıklara ‘’Güzel’’ nitelemesi yapmanın ölçütü nedir?
Tanrı var mıdır, yok mudur); şeklindedir.
Bu ve benzeri alanlardaki sorular, ilerleyen dönemlerde; herbiri bir soru üzerinde yoğunlaşan farklı felsefe alanlarının oluşmasına yol açmıştır. 
Bu sorular da, en genel anlamda 3 büyük felsefe alanını oluşturmuştur:
*Ontoloji (Varlık Felsefesi)
*Epistemoloji (Bilgi Felsefesi)
*Aksiyoloji (Değerler Felsefesi), gibi.
İlgi alnı ve çalışma şekli bakımından Felsefe, öznel ve genel bir çalışmadır. Saptamalarındaki bu durum, onun asla bilim olmadığını ve olamayacağını göstermektedir. Soruları ortaya çıkmaya devam ettikçe, Felsefe de varlığını sürdürecektir. 
Felsefi Bilgi’nin Özellikleri: 
a)Felsefi bilgi, sebebi ya da özelliği henüz bilinmeyen olay ya da varlıkların araştırılmasıyla ilgilidir. İlk sebepleri araştırır.
b)Problemlerini akıl ve mantık süzgecinden geçirdiği için eleştireldir.
c)Ortaya çıkan cevaplar filozofun kişisel özellikleriyle ilgili olduğundan, öznel (sübjektif)’tir. Doğruluğu sorgulanamaz.
d)Felsefe, mevcut bilgileri yeterli görmediği için sürekli bir arayış içindedir. 
e)Felsefe bilgisi sistemli, düzenli ve birleştirilmiş bir bilgidir. Konularını bir bütün olarak ele alır.
f)Felsefenin ilgi alanı çözülmemiş konular üzerine olduğundan, bilgileri kesin doğrular şeklinde değildir.
g)Felsefi bilgiler gelişerek değil, birbiri üzerine yığılarak ilerler.
h)Felsefi bilgiler herhangi bir döneme ve topluma ait olmayıp, beynelmilel ve evrenseldir.
Felsefe’de ortaya çıkan konular ve onların incelenmesi sonucu elde edilen cevaplar o kadar geniş ve çeşitlidir ki, bunlardan pek çok ilgi alanı ortaya çıkmıştır.
Başlıca Felsefe Alanlarını şöyle sıralamak mümkündür:
*Bilgi Felsefesi 
*Bilim Felsefesi
*Varlık Felsefesi
*Ahlak Felsefesi
*Siyaset Felsefesi
*Sanat Felsefesi
*Din Felsefesi. 
(Bu konular, dersimizin diğer temel üniteleri olarak bundan sonra yıl boyunca sırasıyla işlenecektir).

B-FELSEFE’NİN ÇEŞİTLİ ALANLARLA İLİŞKİSİ:
Buraya kadar, Felsefe’yi ve diğer bilgi alanlarını birlikte kısaca tanımaya çalıştık. Şimdi de Felsefe ile bazı bilgi türlerini karşılaştırarak, aralarındaki benzerlik ve farklılıkları görelim.
a) Felsefe – Bilim İlişkisi: 
Felsefe ile bilimler arasında bazı noktalarda benzerlik, bazı konularda da farklılık vardır. Bir yönden aralarında karşılıklı etkileşimden söz edebiliriz.
a–1) Benzerlikler:
* Her ikisi de; hazır ve basmakalıp bilgilerle yetinmeyip, yaratıcı bir tavırla yeni doğrular arar.
* Her ikisi de konularını açıklamaya çalışırken, genel olarak akıl ve mantık ilkelerini kullanır.
* Her ikisi de, kendi bulduğu veya başkalarından gelen bilgileri eleştirip değerlendirmeden doğru olarak kabul etmez.
a–2 ) Farklılıklar: 
* Felsefi açıklamaların somut ve doğal olgularla kanıtlanması şart değilken, bilimsel cevapların olgulara uyması ve desteklenmesi şarttır.
* Felsefe, konularını akıl ve mantık ilkelerine dayanarak bir bütün olarak ve genel yönleriyle incelemeye çalışırken, bilimler konularını bölümlere ayırır ve nesnel incelemelere dayalı somut cevaplara ulaşmaya çalışır. 
* Felsefi açıklamaların genel kabul görme şartı olmadığı için varlıkları sürekli iken, bilimsel cevapların ömürleri, geçerliliklerinin devamına bağlıdır.
* Bilimler, tek-tek olayları inceleyerek genel sonuçlara ulaşmaya çalışmak anlamındaki Tümevarım( İndüksiyon) yöntemini kullanırken, Felsefe ise, genel bir doğruyu, tüm parçalar için geçerli saymak anlamındaki Tümdengelim (Dedüksiyon) yöntemini kullanır.
a–3 ) Karşılıklı Etkileşim: 
Felsefe ile bilimler arasında benzerlik ve farklılığın dışında, birbirlerini desteklemek anlamında karşılıklı bir ilişki vardır. Bundan; Felsefe’nin oluşturduğu yeni cevapların Bilimlerin çalışma alanının geliştirdiğini, Bilimlerin belirlediği yeni soruların da Felsefe’ye yeni konular oluşturduğunu anlıyoruz.
Felsefe – Din İlişkisi: 
Benzerlik: 
* Her iki ilgi alanının da konusu; en genel bir çerçevede insanı, hayatı ve evreni anlayıp-açıklamaya çalışmaktır.
Farklılık: 
* Felsefi bilgiler tamamıyla insan kökenli olup insan aklına ve muhakeme yeteneğine dayanırken, Dinsel kaynaklı bilgiler doğrudan doğruya soyut ve belirsiz bir kaynaktan gelir. Bu yönüyle Dinsel bilgiler hazır bilgilerdir.
Felsefe – San’at İlişkisi:
Benzerlik: 
* Her ikisi de bir insan etkinliği olarak, varlıklar ve olaylar dünyasını yaratıcı sezgi ve hayal güçlerinin yardımı ile kavrayıp açıklamaya çalışır. Bu açıdan yeterli kültürel ve sezgisel birikime ulaşmış olmaları şarttır. 
Farklılıklar:
* Fakat sanatçı anlık bir sezginin (ilham = esin) etkisiyle eserini bir defada ve bir bütün olarak ifade etmek zorundayken, filozoflar cevaplarını duyusal ve akılsal imkânlarına göre çok uzun ve zor bir sürecin sonunda belirlemeye çalışırlar.
* Ayrıca; filozof sadece karşısındaki ikna edecek doğrulara ulaşmaya çalışırken, sanatçılar eserlerini izleyenlerde beğeni ve hayranlık duygusu uyandırma çabasındadır. 
* Felsefe insanda planlı ve disiplinli çalışma geleneği oluşmayı amaçlarken, sanatçının tek amacı haz duygusu uyandırmaktır.

-Felsefenin Gereği 
Felsefe öğrenmenin bilimler gibi insan yaşamına doğrudan katkısı olmayabilir ancak dolaylı olarak insan yaşamını etkiler.
Bilgi pratik yaşamda kullanıldığı oranda önem kazanır.
Felsefi bilgi: 
1-insanın dünyaya bakış açısını değiştirir olaylara eleştirici ve sorgulayıcı yaklaşmamızı sağlar.
2-Hoşgörü kazandırır ve insanı olgunlaştırır.
3-İnsanın anlama ve gerçeği görme ihtiyacını karşılar.İnsanın çevresinde olup bitenleri körü körüne kabullenmeyip her şeye eleştirel ve sorgulayıcı yaklaşmasını ve böylece kendi akıl ve düşünce gücüyle olayları anlamasını sağlar.
4-Kişiye kendi görüşlerinden başka görüşlerin de olabileceğini, başkalarının da doğru düşünebileceğini gösterir başkalarının görüşlerine saygı duymayı onlara karşı hoşgörülü olmayı kazandırır.Düşünceyi ifade etme özgürlüğünün önemini kavratır.
5-Evreni ve insanı düşünce temelinde sorgularken,bilimlere ışık tutar bilimlerin gelişmesine yol gösterir.Bilimlerin gelişmesinin dinamiğini oluşturur.
6-Bilgi toplumu haline gelmemizde, bilginin üretilmesinde katkıda bulunur.
7-Toplumsal yaşam içerisinde başka insanlarla iletişim kurma, onları anlama ve sorunlarını paylaşmada yardımcı olur
Kısaca Felsefe; evrende düşünen, anlamaya çalışan, sorgulayan, eleştiren, yorumlayan bir varlık olmamızın ayrıcalıklı onurunu hissettirir.

-Geçmişten Geleceğe Felsefenin Fonksiyonu
Felsefe eski yunanda doğa filozoflarıyla başlamıştır.
Thales,Anaximandros,Anaximenes,Herakleitos,Parmeni des Pisagor Demokritos gibi ilk filozoflar varlığı merak etmişler evrenin nasıl ve nerden oluştuğu sorularına cevap aramışlardır.Hepsinin evrenin ilk öğesi (arkhesi)nedir diye sorduklarını görürüz.
Evrenin ilk maddesi;
Thales’e göre; su
Anaximenese göre Hava
Herakleitosa göre Ateş
Demokritosa göre Atomdur.
Daha sonra varlık ve arkhe sorunun çözümsüzlüğünü gören ilk çağ filozofları sofistlerle birlikte insana yönelmişler,insan ve sorunları üzerine tartışmışlar açıklamalar getirmişlerdir.Sokrates,Platon ve Aristoteles kendilerinden önceki görüşleri toparlayarak daha bütüncül felsefi sistemler kurmuşlardır.
Antik yunanın hemen ardından Hellenistik felsefe dönemi başlamıştır İskender’in doğu seferinde doğu ve batı felsefesinin tanışması sağlanmıştır. Bu nedenle Hellenistik felsefe doğu felsefesinin kısmi etkilerini taşır.Hellenistik Felsefe döneminde yaşamın amacını, insanın mutlu olmasının yollarını araştıran Epikürosçuluk ,Stoacılık, Septisizm gibi akımlar doğmuştur.
Roma İmparatorluğunun kurulmasıyla doğu ve batı felsefelerinin senteze doğru gittiğini görürüz.Roma felsefesinde; doğu mistisizmiyle platon idealizmini uzlaştıran Plotinos yeni platonculuk akımını kurmuştur.
Ortaçağa gelindiğinde batıda Hristiyanlığın yaygınlaşmasıyla felsefe ve akıl,dinin hizmetine girmiş Platonla hristiyanlığın uzlaştırıldığı skolastik felsefe, döneme damgasını vurmuş;din merkezli teokratik ve dogmatik nitelikli skolastik felsefe, batıda bilimde felsefede duraklamaya hatta gerilemeye yol açmıştır.
Ortaçağda;Ticaret amacıyla batıya seferler yapan müslümanların, İlkçağ Yunan dönemine ait eserlerle tanışmaları, İslamiyetin ilime,akla ve öğrenmeye verdiği önem neticesinde onları alıp getirmeleri; Ayrıca orada kilisenin baskısından kaçanların ticaret kervanlarıyla doğuya gelmeleri sonucu oluşan kültürel alışveriş neticesinde, İslam dünyası bilim ve felsefede altın dönemini yaşamıştır.İslam dünyası Felsefede, Farabi ve ibn-i Rüşd;Bilimde, İbn-i Sina, Harezmi, Biruni gibi ünlü düşünürlerini yetiştirmiştir. Batı; islam dünyasındaki felsefi ve bilimsel gelişmelerin etkisiyle kendi geçmişini hatırlayınca Rönesans ve Reform hareketlerini yaşamış ve uzun mücadeleler sonucu yeniden felsefe ve bilime yönelmiştir. Bu dönemde Kopernik, Kepler, Galilei, Newton’un buluşları kilisenin otoritesini sarsmış, bilim yeniden güncelleşmiştir.
20 Y.Y. a gelindiğinde felsefenin salt soyut bir uğraş olmaktan çıkması gerektiği görüşü önem kazanmış ve insanı toplum ve çevresi ile bağlantılı bir varlık olarak ele alan diyalektik materyalizm,pozitivizm,pragmatizm,fenomenoloji ve egzistansiyalizm gibi akımlar doğmuştur.Özellikle pozitivizmin bilimi felsefenin temeline koyan yaklaşımının etkisiyle bilim felsefesi güncelleşmiş modern mantık çalışmaları dil çözümlemeleri yeni pozitivizmle birlikte felsefede yeni bir uğraşı alanı olmuştur.

METAFİZİK
Doğa üstü konuları ele alan bunları akıl yoluyla açıklamaya çalışan evren ve insanla ilgili çürütülmesi ve ispatlanması mümkün olmayan yorumlar getiren felsefe alanı metafiziktir.
Metafizik kavramı Aristo’nun yazılarını düzenleyen öğrencilerince kullanılmış, Aristo’nun fizikle ilgili yazılarından sonra yazılanların Metetafizika (fizikten sonra gelen) olarak adlandırılmasıyla doğmuştur.
Metafiziğin konusu Aristo tarafından varlığın ilk nedenlerinin araştırılması olarak belirlenmiştir.Metafizik tarihsel gelişim sürecinde varlığa, bilgiye, insana;tanrı ve ruh gibi doğa üstü kavramlarla yaklaşmış duyu organlarının kavradığı nesnel gerçekliği dışlamıştır.
Metafiziğin Tartıştığı Başlıca Sorunlar:
1-Varlıkla ilgili (ontolojik) sorunlar;
“Gerçekte var olan nedir?”sorusu metafiziğin yüzyıllardır tartıştığı temel sorunlardan biridir.Bu soruya verilen cevaplar iki akımın doğmasına sebep olmuştur.
a-Materyalizm:Gerçekte var olan maddedir.Düşünce ve ruh maddenin ürünüdür.
b-İdealizm:Gerçekte var olan düşünce ve ruhtur.Madde düşünce ve ruhun ürünüdür.
2-Evrenle ilgili (kozmolojik)sorunlar:Metafizik evrenin nasıl oluştuğunu tartışır.Evrenin oluşumu ile ilgili sorunların tartışılmasından üç ana akım doğmuştur.
a-Teleoloji(Erekbilim):Evren bir ereğe (amaca)göre oluşmuştur.Genelde Tanrının evreni bilinçli ve planlı bir biçimde yarattığını savunan görüştür.
b-Mekanizm:Evrende her şey nedensellik ilkesine göre oluşmuştur.
c-Teoloji:evrende olup biten her şeyi tanrıya bağlayan görüştür.
3-Ruhun varlığı ile ilgili sorunlar: Metafizik “Ruh var mıdır?” ,”Varsa Niteliği nedir?,Ruh bedenle nasıl ilişkiye geçer?”,”Ruhun ölümsüzlüğü nasıl açıklanır?”gibi sorulara cevap arar. 




ÜNİTE II:
BİLGİ FELSEFESİ=TEORİSİ-(EPİSTEMOLOJİ) : 
Felsefe’nin geçmişine baktığımızda, oldukça genç bir alandır. İngiliz filozof John LOCKE ve Alman filozof İmmanuel KANT bu yeni alanın başlatıcıları kabul edilmektedir. 
1- Bilgi Teorisi(Kuramı): Felsefe Tarihinde; Bilgi Felsefesi, Bilgi Teorisi(Epistemoloji) adıyla da bilinir. Bu alan, bilgi konusuyla ilgili olarak, daha önce ele alınmayan şu yeni konular üzerinde durmuştur:
*Bilgi’nin kaynağı sorunu: Bilgilerin nerelerden ve hangi yollarla elde edildiği sorgulanmıştır.
*Bilgi’nin sınırları sorunu: Bugüne gelinceye kadar hangi bilgilerin hangi boyutta elde edildiği araştırılmıştır.
*Bilgi’nin değeri sorunu: Elde edilen bilgilerin kapsayıcılığı, geçerliliği ve pratikteki değeri incelenmiştir.
a) Bilgi Teorisinin Temel Kavramları: Ortaya atılan problemlerde genel olarak; süje(kişi),obje(nesne-varlık), bilgi, gerçek, hakikat, doğru, temellendirme, vb. gibi kavramlar üzerinde durulmuştur. 
b)Bilgi Teorisinin Temel Soruları: Bunlar genel olarak iki grupta toplanır.
*Bilgi’nin Değeri ile ilgili olanlar: 
-Bilgi, varlığın doğru bilgisi midir?
-Bilgi, gerçeği verebilir mi?
-Hakikat var mıdır, varsa bilinebilir mi?
-Bilgilerimiz kesin midir?
-Bilgi doğru ise, bunun ölçütü(belirleyicisi)nedir? gibi.
*Bilgi’nin Kaynağı ile ilgili olanlar:
-Bilginin kaynağı nedir, oluşumunda hangi faktörler etkilidir, nasıl meydana geliyor?
-Gerçeği bilmek mümkün müdür, bu gerçek ile günlük hayattaki gerçek aynı mıdır? 
Bilgi ve Teorisi, bu ve benzeri sorularını açıklarken belli ölçütlere ve dayanaklara bağlı olmak zorundadır. Bu durum, filozofu; açıklamalarını ‘’Temellendirme’’ zorunluluğuna taşır. Temellendirme; cevabı veren yargıların gerekçelerini göstererek, çıkarım(akıl yürütme)’larla doğrulanmasıdır. Böylece; gerçeğe uygun bilgi olan, doğru bilgi’ye ulaşılır.
Bilginin ölçütleri, gerçeğe uygunluğu ve kaynağı konusunda Felsefe Tarihinde farklı görüşler oluşmuştur:
*Akla dayanan bilgi doğrudur : (Rasyonalizm-Akılcılık)
*Deneye dayanan bilgi doğrudur : (Empirizm-Deneycilik)
*Fayda’ya dayanan bilgi doğrudur : (Pragmatizm-Faydacılık)
*Olgu’ya dayanan bilgi doğrudur : (Pozitivizm-Olguculuk)
*Sezgi’ye dayanan bilgi doğrudur : (Entüisyonizm-Sezgicilik)
*Fenomen’i dile getiren bilgi doğrudur : (Fenomenoloji-Olaycılık)
Bunlar aynı zamanda, sadece kendini haklı ve dayanaklarının daha uygun olduğunu savunan dogmatik(=sabit ısrarcı) düşünceler olarak da kabul edilmektedir. 
2-Mantık: Bilgi Felsefesinde, ayrılamaz bir alan olan Mantık, aynı zamanda genel anlamda Felsefe’ye yöntem sağlayan bir alandır. Mantık; bilgiyi çözümleyip doğru düşünerek tutarlı çıkarımlar yapma imkânı sağlar. Bunu yaparken önermelerin içerikleriyle değil, sistemsel çerçeveleriyle ilgilenir. Mantık açısından bilgi’nin Form(biçim)’ları önemli olduğu için, biçimsel (formel) bilim sayılmaktadır. İçerikle ilgilenmek Bilgi Teorisinin işidir.
B- BİLGİ TEORİSİNİN TEMEL PROBLEMİ: 
Felsefe içinde bilgi’nin ele alınışının yeni olması tamamen kayıtsızlığa dayanır. Yoksa bilginin kendisi çok eskidir ve ele alınan ilk konudur. Başlangıçta sadece elde edilmeye çalışılan bilginin kaynak, sınır ve güvenirliğinin gündeme gelmesi; belli bir birikime ulaşmayı gerektirmiştir. Bilgi Teorisinin ilk ve en önemli konusu; doğru, tam ve güvenilir bilginin mümkün olup-olmadığı sorunu yani, bilginin imkânı konusudur. Bu konuda birbiriyle çatışan iki farklı düşünce grubu ortaya çıkmıştır. Önce, olaya olumsuz bakan grupları inceleyelim:
1-Doğru Bilgiyi İmkânsız Görenler (Septikler-Şüpheciler): 
Bu grupta yer alan filozoflar pek çoğu, duyuların yanıltıcılığı temel düşüncesinden hareketle, tam ve doğru bilgiye ulaşmanın genel anlamda imkânsız olduğunu savunmuştur. Bu nedenle, (şüpheci=kuşkucu=septik) olarak bilinirler. Aslında şüphecilik çok geniş bir sistemdir. Bir tarafta; doğru bilgiye asla ulaşamayacağımızı ve bu nedenle ortak genel doğrular aranmaması gerektiğini savunan Asıl Septikler, diğer tarafta ise şüpheyi bir süre devam ettirip, doğruya ulaşmada araç olarak kullandıktan sonra terk etmek gerektiğini savunan Yöntemsel=Metodik Septikler yer alır. Birinci gruptaki şüphecilik; Zenon, Parmenides, Demokritos ve Sofistlerde görülür. Eski Yunan’daki felsefe okullarından Elea Okulu oku filozofları olan Parmenides(M.Ö.540–480) ve Zenon(M.Ö.490–430) Kuşkucu=Şüpheci anlayışın kurucuları sayılır. 
Parmenides’e göre öncesiz-sonrasız ve değişmez varlık olan ‘’Gerçek’’in bilgisine duyularla ulaşılamaz. O’na göre asıl gerçek; ‘’Bir’’dir. Değişme, çokluk, çeşitlilik; sadece görünüştür ve bu da yanılgıdır. Gerçeğin bilgisine sadece kişisel bir imkân olan ‘’Düşünme’’ile ulaşılabilir. 
O’nun öğrencisi olan Zenon da, evrende nesnelerin çokluğuna ve hareketin imkânına karşı çıkmıştır. Çünkü çok olan, sonlu ve sınırlıdır. Oysa sayılar ‘’Bir’’ dir ve sonsuz-sınırsızdır. Çünkü sayı dışındaki nesneler birbirini sınırladığı için sonludur. Her nesne en yakınındaki ile sınırlıdır. Zenon; hareketin imkânsızlığını şu paradoks ile açıklıyor: Başlangıç ile bitiş arasındaki çizgi, noktalardan oluşur. Nokta evrende alansızlık ve hareketsizlik olduğundan, iki nokta arasındaki mesafe bile aşılamaz. (=Ok Paradoksu). Aichilleus(Aşil) paradoksunda ise; rüzgârdan bile hızlı bir atlet olan Aşil, kaplumbağa ile olan yarışında, başlangıçta kaplumbağa önce başlama izni veri. Fakat alınan mesafenin yarısını kat ederken diğeri yeni bir mesafe daha gittiğinden; her yeni mesafe, kapatılmaz bir fark olarak kalacak ve atletimiz kaplumbağaya asla yetişemeyecektir. Burada temel ilke, bölünebilirliğin sonsuzluğudur. 
Duyulara güvenmeyen diğer ilkçağ yunan düşünürü ise, Atomcu Okulun kurucusu sayılan Demokritos’tur. Ona göre; duyulardan gelen bilgi, hatalı ve karanlıktır. Asıl gerçeklik olan Atomlar, sadece akıl ile anlaşılabilir. 
İlkçağ yunan felsefesinde duyulara güvenmeyen bir başka kuşkucu grup da; Sofistler(=bilgelik iddiası içinde olmak, aslında sadece bilgiç)’dir. Varlıkların ne olduğu konusu, herkese göre değişen farklı yargılardır. Çünkü duyulardan gelen bilgi sadece sanı’dır(=Rölativizm-Görecelilik). O’nlara göre; her şeyin ölçüsü İnsan’dır. Bu nedenle, üzerinde uzlaşılacak genel-geçer doğrular olamaz. Sofistler bu düşüncelerini;’’Gerçek yoktur, olsa da bilinemez, bilinse de başkalarına öğretilemez’’ şeklinde ifade etmiştir. 
Felsefe Tarihinde Şüphecilik(=Septisizm); tam bilgi karşıtlığı olarak, 3 ayrı grupta ortaya çıkmıştır: 
*Asıl(=Eski) Şüphecilik, *Akademia Şüpheciliği, *Duyumcu(=Sensüalist) Şüphecilik, şeklinde… 
Eski Şüpheciliğin temsilcileri sayılan Pyrron ve Timon; duyuların yetersizliği veya fiziksel şartlar nedeniyle duyulardan gelen bilginin eksik ya da hatalı olabileceğini, bu nedenle güvenilir olmadığını savunur. Bunlar sayesinde elde edilen kavram ve düşünceler de yanıltıcıdır. Düşünerek varlığın özünü kavramaya çalışmak, insanı kaygı ve kuşkuya götürür. Bu nedenle; yargıda bulunmaktan kaçınmalıyız, diyorlar. Duyumcu(=Sensüalist) Şüphecilik; doğru bilgiyi belirleyecek hiçbir ölçütün olamayacağını savunan Akademia Şüpheciliğinden öncedir. Temsilcisi Sektus Emprikus’a göre duyusal imkânların kişiye göre değişmesi, algıda da farklılık oluşturur. Bu nedenle uyarı aynı olsa da, insanların tepkileri yani algı değişik olur. Dolayısıyla duyular sayesinde ortak, doğru ve güvenilir değerlendirmeler yapılamaz.
Bu şüpheci yaklaşımlar, saplandıkları şüpheyi sonsuz bir amaç olarak gören ve doğru-tam bilgiye asla ulaşılamayacağını iddia eden gruplardır. Oysa Yeniçağ’da ortaya çıkan Fransız düşünür Rene Descartes, Şüpheyi; doğru ve güvenilir bilgiye ulaşabilmenin bir aracı olarak görmüştür. O da başlangıçta duyulardan gelene güvenmez fakat bunları tümüyle reddetmeyip, sadece veri olarak kullanır. Duyusal veriler daha sağlam bir dayanak ile değerlendirilerek güvenilir hale getirilmelidir. Çünkü O’na göre, insan tarafından sonradan edinilen tüm bilgi ve deneyimler eksik ya da hatalıdır. Bunları destekleyecek olan ise; insanın doğuştan sahibi olduğu ve asla varlığından şüphe duyamayacağı,’’düşünebilmesi ve şüphe edebilmesi’’dir. Bu duygu, edinilmiş olmadığı ve daha sağlam bir kaynak tarafından verildiği için güvenilirdir. Artık bu duygu sayesinde duyulardan gelen verileri sağlam olarak görebiliriz. Bu, aynı zamanda kendi varlığımızı da gerçek anlamda fark etmemizi sağlar. ‘’Düşünüyorum; o halde, varım’’(=cogito ergo sum) sözünün temeli bu yaklaşımıdır. 
2- Doğru Bilgiyi Mümkün Görenler(=Dogmatikler): Bunlar her hangi bir kaynak sayesinde doğru ve tam bilgiye bir şekilde ulaşılabileceğine inanan felsefi düşüncelerin ortak adıdır. Dogmatizm de aslında kendi başına bir sistemdir. Bu düşüncelere ad oluş sebebi, inandıkları yönteme ve bu yolla edinilen bilgiye sonsuz ve tek bilgi olarak ısrarla bağlı kalmayı sürdürmeleridir. Dogmatizm’in temeli de budur. (İnakçılık=Nassçılık) 
2-a)Rasyonalizm(=Akılcılık): Tam, güvenilir ve genel-geçer bilgiye ulaştıracak tek kaynağın akıl olduğunu, ısrarla ve sonsuzca savunan felsefi düşüncedir. Akıl aynı zamanda, mevcut bilgilerin doğruluklarını belirlemek için de uygun olan tek kaynaktır. Doğru bilgiye, akıl sayesinde düşünme ve onun en güvenilir yöntemi olan tümdengelime dayalı akıl yürütmelerle(=çıkarım) ulaşılabilir. İlkçağdan günümüze doğru en ünlü temsilcileri; Platon(Eflatun)AristoFarabiDescartes ve Hegel’dir. 
Platon’ a göre, 2 farklı varlık ortamı vardır. Biri sadece duyuların algıladığı ve aslında tamamen yanıltıcı olan sanılar(=doxa- hayal) evreni, diğeri ise sadece akılla kavranan ve bu görüntülerin asıl kaynaklarından oluşan idealar (fikirler) evrenidir. Bizim nesnenin varlığını fark edip gerçekliğine inanabilmemiz için, doxa ile ideanın buluşup bütünleşmesi gerekir. Aslında Platon bu yönüyle gerçekte, İdealizm(=mükemmel fikircilik)’ gider. 
O’nun öğrencisi olan Aristo ise, ideanın bilgisine metafizik ile değil akıl ve mantık ile ulaşılabileceğini savunarak ayrılmıştır. Dolayısıyla tam Rasyonalizm, Aristo’da görülüyor. Aristo genel bir ilke olan İdea(=fikir) yerine, tekil ve bireysel olan Aklı(=Rasyona-ration) almıştır. Tekilin bilgisine genelin bilgisinden, aklın en güvenilir yöntemi olan tümdengelim(=dedüksiyon) yolu ile ulaşılabilir. Çünkü özelin bilgisi, aslında genelin bilgisini de içerir. O nedenle;
‘’Tüm insanlar ölümlüdür,
Sokrates insandır,
O halde Sokrates de ölümlüdür’’ yargısı bu yönden sağlam sayılmalıdır. (=Akılyürütme-Kıyas-Çıkarım) 
İslâm dünyasının Ortaçağ’da yetişen önemli filozoflarından Farabi de Platon’un etkisinde, fakat sonraları daha Aristocu yaklaşım sergilemiş bir düşünürdür. O’na göre üç çeşit bilgi vardır:
*İlk bilgiler: Duyulardan gelen ve mantıksal çıkarım yapmak için kullanılan öncülledir. Herkes kabul eder ve kullanır. Doğruluk ya da yanlışlık söz konusu değildir. 
*Mantıksal çıkarımlara dayanan bilgiler: Doğru görülse de, tam doğru sayılamaz. 
*Onaylanmış(=tasdiki) bilgiler: Doğrulukları deneyle de ispatlanmış akli bilgilerdir. Gerçek yargıyı ifade eder, artmaz ve eksilmez. 
Rene Descartes; Akılcılığın Yeniçağ’daki en ünlü temsilcisidir. Apaçık olması sebebiyle Matematik’e önem verir.
Apaçık bilgiye nereden ve nasıl ulaşacağını araştırır. Giderek, özellikle duyulardan gelen bilgilerden kuşku duymaya başlar. Daha sonra ise; şüphe duymadığı ve rahatça güvenebileceği, düşünebiliyor olduğunu fark eder. Diğer duyu verilerini bu sayede denetleyerek, doğru olup olmadıklarını belirlemeye başlar. Bu, O’nun şüphesinin de sonu olur. 
Wilhelm Friedrich von Hegel; Almanya’da Rasyonalizm’i zirveye çıkarmıştır. O; deneye başvurmadan sadece akıl ile tam ve doğru bilgiye ulaşabileceğine inanır. Her nesnenin(obje) arkasında bir fikir(idea) olduğunu, bunun da sistematik olarak akıl ile bulunabileceğini söyler. Her gerçek akla uygun, her akla uygun olan da gerçektir. Bu yaklaşım tamamen fikre dayanan döngüsel bir yöntem ile doğruya götürür. (=Diyalektik İdealizm)
2-b) Empirizm(Deneycilik) : Tam ve güvenilir bilgiye sadece deney yoluyla ulaşılabileceğini savunan felsefe yaklaşımıdır. İnsan zihnindeki her bilginin kaynağı deney ve tecrübedir. Başlıca temsilcileri, David Hume veJohn Locke’ dur. 
Locke, insan zihninin dünyaya geldiğinde tamamen boş bir levha gibi olduğunu(tabula rasa-boş levha), hayatı süresince bilgi ve deneyimler edinerek bunu sonradan doldurduğunu savunur. O’na göre, zihnin duyum (sensation) ve yansıtma (refleksiyon) şeklinde 2 gücü vardır. Biri dış algı, diğeri iç algı(sezgi)’dır. Deney ve tecrübeden gelen pasif algılar, zihin gücü sayesinde (refleksiyon) sistemli hale gelir. Zihin; karşılaştırma, tasavvur ve soyutlama faaliyetinden sonra duyumları bilgiye dönüştürür. 
David Hume; Empirizm’i şüpheciliğe yaklaştırmıştır. Ona göre bilginin kaynağı, izlenim(expression)’lerdir. Bunlar duyulardan gelir. Düşünce; canlılığını yitirmiş izlenimdir, yani tasavvurların hatırlanmasıdır. Akıl ve mantık ilkelerinin kaynağı da budur. Nedensellik ilkesinin kaynağı, tekrarlarla kazanılan alışkanlıklardır(tutku-passion). Sık görülen ve tekrarlanan izlenimler, zihnin benzer durumları çağrıştırma yeteneği edinmesini sağlar. Çağrışım; insanda oluşan inanca dayanan sezgisel bir durumdur. 
2-c) Kritisizm (Eleştiricilik-Tenkitçilik): En ünlü temsilcisi, Alman düşünür İmmanuel Kant’ tır. O’na göre insan, fenomenler (görüngü) dünyasını zihin imkânlarıyla bilir. Fakat bunlar açık ve kesin olmakla birlikte, numenler (asıllar) dünyasını açıklayamaz (Platon’daki idea, Kant’ta numen olmuş). Bilgiyi oluşturan, anlama yetisi(akt)’dir. Bilginin malzemesi, deneyden gelen (a posteriori) verilerdir. Zihin, bunları bilgi haline getirmek için biçimlendirmelidir. İşte akılda doğuştan ( a priori) bir yeti olan anlama, bunları biçimlendirerek bilgi haline getirir. Bunlar, Kant’ın kategori adını verdiği ve üçerli dört gruptan oluşan 12 kategoridir. 
2-d) Entüisyonizm (Sezgicilik): Rasyonalizm’e bir tepki olarak ortaya çıkmıştır. Kurucu ve en çok bilinen temsilcisi, Fransız filozofHenry Bergson’ dur. Aslında bu düşüncenin izleri, 10.yy.da yaşamış İslam bilgini Gazali’ye kadar uzanır. Gazali’ ye göre, doğru bilginin kaynağı duyular ve akıldır. Bunların da öncesinde sezgi daha tam ve güvenilir bilginin kaynağıdır. Gazali’de sezgiyi sağlayan soyut olgu kalp gözüdür ve tanrı’nın sevgisini kazanarak bunun işlevselliğinin sağlanması gerekir. 
Bergson’ a göre hayat, ardı ardına ve kesintisiz devam eden sürekli bir oluştur. Bu oluş kendini atılımlarla gösterir. Bunu akıl ve zekâ ile değil, sadece sezgilerimizle kavrarız.(Elan Vital=Hayat Hamlesi).Sezgi, hayatı içsel anlamadır.
2-e) Pozitivizm (Olguculuk): Doğru bilgiye ancak, asıl gerçeklik olan olguları inceleyerek ulaşılabileceğini söyleyen düşünce sistemidir. Bu anlayışa göre, metafizik çabalar sonuç veremeyeceği için gereksizdir. Çünkü deney ile denetlenemeyen cevaplar anlamsızdır. Bu sistem, Fransız düşünür ve bilgin Auguste Comte tarafından temellendirilmiştir. O’na göre biz, ancak duyularla izlenebilen fenomenleri inceleyebiliriz. Bu sayede sadece olayların görünümünü değil, oluşlarının arkasındaki genel yasalar da kavranmış olur. Comte’ a göre varlıklar dünyasının değişimi ile toplumsal değişimler arasında bağıntı vardır. 
Bu düşüncesini, 3 Hal Kanunu adını verdiği bir sistem ile açıklar: 
*Teolojik dönem ve aşama: Olaylar, her şeyin üzerinde olan olağanüstü bir güç tarafından açıklanmıştır.
*Metafizik dönem ve aşama: Olaylar, nesnelerde var olduğuna inanılan soyut güçlere göre açıklanmıştır.
*Pozitivist dönem ve aşama: Olaylar, onları oluşturan somut nedenlere dayanarak açıklanmaya başlanmıştır.
& Pozitivizm; Olaylar arasında değişmez ilişkiler kurarak onların önceden kestirilebileceğini söyler.(Determinizm)
2-f) Analitik(Çözümleyici) Felsefe: Bilimsel açıklamaları veren önermelerin, gündelik anlamlarıyla gerçek düzeyinde açıklanıp anlaşılamayacağını; bunun için onların mantıksal dil çözümlemelerinin yapılması gerektiğini savunan felsefi anlayıştır. Bu akımın kurucusu, aslında bir dilbilimci olan alman düşünür Ludwig von Wittgenstein’ dir. O’na göre, dilin ifade özellikleri ile varlıkların gerçeklikleri arasında ilişki vardır. Olguların özellik ve sebeplilikleri, önermelerin mantıksal yapısı içinde gizlidir. Biz de, mantıksal yöntemler yardımıyla önermelerin dil çözümlemesini (analizini) yapmalıyız. Bu yönüyle dil, olguların başarılı birer resmidir. Fakat sonraki dönemlerde dili her şeyin üzerinde görme anlayışını terk ederek, sadece bir alet olarak kabul etmeye başlamıştır. Yani, sadece dilin kullanılış biçimlerini incelemeye yönelmiştir. 
2-g) Pragmatizm (Faydalı Davranışçılık): Varlıklar ve olaylar dünyası hakkındaki bilgilerin tam ve mükemmel oluşları, onların gündelik hayatta sağlayabildikleri pratik fayda ile belirlenir. Bu anlayışın bilinen ünlü temsilcileri, İngiliz bilim adamları William James ve John Dewey’ dir. James’ e göre gerçek olan, aynı zamanda faydalı olandır. Doğa bilimleri alanında elde edilen bilgilerin doğruluk ve güvenilirlikleri, onların sağladığı tahmin ve fayda imkânına göre belirlenir. Dinsel bilgiler bile, verebildiği manevi teselli ve doyum oranına göre doğru veya yanlış olarak değerlendirilir. Ancak bu şekilde gerçeğin ne olabileceği konusundaki tereddüt ortadan kaldırılabilir. Çünkü normalde, gerçeğin zihinde pek çok değişik görünümleri vardır. Bu yönüyle James, plüralist (çokçu)’tir. 
John Dewey ise, James’in pragmatizmini daha da ileri götürerek; düşüncenin, çevreye uyumu ve hayattan faydalanmayı sağlayan bir alet olduğunu iddia etmiştir. (Aletçilik-Enstrümantalizm). O’na göre, gerçek olanın bilgisi, hareketin bilgisidir. Doğru ve tam bilgi, gerçekleşen ve fayda sağlayan bilgidir. (=pratiğin önemi açısından vurgu). 
2-h) Fenomenoloji (Görüngübilim-Özbilim): Kurucusu, Edmond Husserl’ e göregerçek olan, insanın bilebileceği varlık(fenomen)’tır. Fenomen, bilincin kavradığı ve bilincin kavradığı kadar var olan varlıktır. Fenomenler, gözlenip algılanabildiği ölçüde gerçektirler. Fenomenler, dinamik bir bilinç tarafından indirgeme (redüksiyon) metodu ile belirlenir. Bu; bilincin, kendisi dışındakileri paranteze almasıyla uygulanır. Paranteze alma, 3 yolla gerçekleşir: 
* Tarihle ilgili: Hayat, çevre, din, bilim, vb. kaynaklardan gelen bilgiler dışta tutulur.
* Varoluşla ilgili: Nesnelerin gerçekten var olup-olmadığı konusundaki sorular dışta tutulur. 
* İde’ (fikir)lerle ilgili: nesnelerin uzay ve zaman ile ilgili belirlenimleri dışta tutulur.
Bu paranteze almalardan sonra geriye saf bir şey kalır ki o da, nesnenin kendisidir. (Fenomen) 

Ünite 3-BİLİM FELSEFESİ
ÜNİTE-III
BİLİM FELSEFESİ:

A-BİLİM FELSEFESİNE GİRİŞ:
Bu, kendisine bilim’i konu olarak alan felsefe bölümüdür. Bunun felsefede ele alınışı yenidir. Bilimde görülen gelişmeler etkili olmuştur.
1-Bilimin Tarihte Gelişimi: Bilimler bugünkü sınırlarını belirlemeden önce felsefe’nin çerçevesi içinde ele alınmıştır. Fakat zamanla soruların cevapları belirlenip değişmez sonuçlar elde edildikçe, ilgili cevaplara ait uzmanlık alanları oluşmuştur. Bu alanlar birer-birer felsefe’den ayrılarak bağımsız hale gelmiştir. 15.-16.yy.dan itibaren Rönesans ile birlikte gök cisimleri incelenmeye başlamıştır. Özellikle fizik ve astronomi gelişmiştir. Deney ve gözlem yöntemine dayalı bu gelişmelerden sonra, yöntem bilincinin oluşmasıyla matematiğe yer verilmeye başlanmıştır. Günümüzde yöntem ve teknolojilerin büyük bir gelişme göstermesi yeni kurallar getirmiş, determinizm’in sınırları dağılarak ihtimaller önem kazanmıştır.

Bilimlerde görülen büyük gelişmeler, dikkatleri bilime yöneltmiştir.Bilim felsefesi bilimsel kesinlik ve bilimsel sistem düzeyine erişen bir bilgiyi inceler. Bilim felsefesinin inceleme alanına,bilimin yanında bilimin özel yöntemleri,düşünce biçimleri bilimlerin hangi ana gruplara girebileceği gibi problemler girer.


Bilimin Tarih içindeki gelişimi
İlk çağda bilim felsefe ile iç içe iken, matematiğin felsefeden ayrılmasıyla bilimlerin felsefeden ayrılışı başlamıştır. Avrupa ortaçağda bir durgunluk dönemi geçirdiğinden 5. ve10. Y:Y arasında felsefe ve bilim alanında önemli bir gelişme olmamıştır.Bu dönemde islam ülkelerinde felsefe yanında bilim ve teknikte gelişmiştir. Ortaçağda duraklayan, bilimlerin felsefeden ayrılma hareketi Rönesans ve sonrasında hızlanmıştır. Bilim adamları ve filozoflar yeni görüşler geliştirerek;bilim felsefesinin ortaya çıkmasını hızlandırdı.

Bilimin Felsefenin Konusu Oluşu
19. ve 20. Y:Y.da bilimin olağanüstü başarı sağlaması, ona olan ilgiyi büyük ölçüde arttırmıştır.Bu ilgi düşünen kişileri;neyin bilim olduğu neyin olmadığını; ayırmaya , birtakım ölçütler aramaya ve bilimi sorgulamaya yöneltmiştir. Bu da bilimin felsefenin konusu içine alınmasına yol açmıştır. Sorun, felsefeyi bilimleştirmekten çok bilime aykırı düşmeyen ve bilimlerle verimli etkileşim içinde bulunan bir felsefe türünü oluşturmaktır.

BİLİME FARKLI YAKLAŞIMLAR
1-Ürün Olarak Bilim: 
Temsilcileri Reichenbach ve Carnap'tır..
Bu yaklaşım; bilimi anlamak için,bilim diye ortaya konmuş eserleri(ürünleri) ele alır ve onları tarihsel gelişmeleri içinde anlamaya çalışır.Bunun yolunu da bilim eserlerini mantık açısından çözümlemekte görür.Böyle bir çözümleme bilimlerin dillerini incelemek ve yöntemlerini belirtmektir..
Bilimle ilgili eserler,günlük dille yazılmış metinlerle oluştuklarından,çözümleme işlemini kolaylaştıracak bir tekniğe ihtiyaç vardır.Bu da söz konusu metinleri sembolik mantık diline çevirmekle sağlanır. Yani "Doğru" ve "Yanlış" değerleri ile çözümlenir. Böylece incelenen metnin genel-geçerli olup olmadığı ortaya çıkarılabilir..
Bu yapılırken metindeki önermelerin doğrulanabilirliği veya yanlışlanabilir olmasına bakmak yeterlidir. Çünkü doğrulanabilir önerme,”anlamlı” önermedir. Anlamlı önermeler ise bilgi veren,bilimsel önermelerdir. Carnap’a göre doğrulanamayan önermeler metafizik önermelerdir..
Carnap’a göre;iki türlü doğrulama yapılabilir;.

1-Doğrudan doğrulama:
Herhangi bir nesnenin belirtilen yerde bulunuşunun gözlenmesi söz konusudur. Örn:”Şu anda bu yazıyı okuyorum” önermesi doğrudan doğrulanabilen bir önermedir..
2-Dolaylı Doğrulama:
Doğrulanabilir önermeler, doğrulanmış başka bazı önermelerle birleştirilerek doğrulanmaları sağlanır.Örn:”******* demirden yapılmıştır” önermesini doğrulayalım; Fizik kanununa göre “demirden yapılmış; nesne mıknatısla çekilir”. “mıknatıs çubuk şeklindedir”(doğrulanmış bir önermedir) ******* çubuk nesneye yakın konmuş (doğrudan doğrulanmıştır) Sonuç olarak ******* şimdi çubuk nesne tarafından çekilecektir. Bu durumda *******ın demirden yapıldığı dolaylı olarak doğrulanmıştır.

2-Etkinlik Olarak Bilim: 
Temsilcileri Kuhn ve Toulmin’dir Bu yaklaşıma göre bir kültür ortamında oluştuğundan bilimi, anlamak için bilim adamları topluluğunun yaşayış biçimlerine,inançlarına,kültürlerine bakmak gerekir. T.Kuhn bilimi anlamaya yönelik çalışmasında çıkış noktası olarak “Paradigma” kavramını kullanır.
Paradigma: Belli bir bilimsel yaklaşımın,doğayı ya da toplumu sorgulamak ve onlarda bir ilişkiler bütünü bulmak için kullandığı açık ya da üstü kapalı tüm inançlar, kurallar,değerler,kavramsal ve deneysel araçlardır. Bilim adamları topluluğunca paylaşılan ortak paradigmada bilime ait temel sorular ve onlara verilebilecek cevapların genel çerçevesi çizilmiştir.Paradigma aynı zamanda bilim adamları için dünyaya bakılan bir standartlar ve ölçüler yumağı olduğu gibi,gerçekliğin belirli kurallara göre algılanmasını kavranmasını ve genelleştirilmesini sağlayan bir şablondur.
Paradigmalar arası tartışmalar sonucunda iki paradigmadan birinin galip çıkması,paradigmanın değiştirilmesini ve algı dönüşümünün gerçekleşmesini sağlar.

Klasik Görüş Açısından Bilim
Klasik görüşe göre;
1-Bilim yeryüzündeki nesneleri araştırma etkinliğidir.
2-Bütün bilimler temelde birleştiklerinden birbirleriyle bağlantılıdır.
3-Bilim (yanlış bilgilerin ayıklandığı) birikimsel bir süreç izler.
4-Bilimin yardımıyla daha önce bilinenler kesinleştirilir,bilinmeyenler bilinir duruma getirilir.
Klasik görüşün en iyi temsil edildiği felsefe akımı Pozitivizm ve daha sonra Mantıkçı Pozitivizm’dir

Klasik Görüşe Göre Bilimi Niteleyen Özellikler
1-Bilim olgusaldır 
2-Bilim mantıksaldır
3-Bilim genelleyicidir 
4-Bilim nesnel(objektiftir) 
5- Eleştiricidir.

Bilimsel Yöntemin Özellikleri
Bilimsel yöntem olguları betimleme –açıklama amacıyla izlenen sistemli bilgi edinme yoludur.
Betimleme ilk aşamayı oluşturur.Betimleme; gözlem ve deneyden oluşur.
Açıklamayla ilk aşamada betimlenmiş olan olgular ve birbirleriyle ilişkilerini yansıtan empirik genellemeler bazı teorik kavramlara başvurularak anlaşılır hale getirilir.O zaman varsayımlara başvurulur.Doğrulanmış varsayımlar teorileri oluşturur.Teorilerin genelleştirilmesiyle ortaya çıkan kesin,genel-geçer doğrular da kanunları oluşturur.

Bilimsel AÇIKLAMA-ÖNDEYİnin Özellikleri
Öndeyi olgular arası ilişkilerden ve ya bu ilişkileri ifade eden genellemelerden yararlanılarak henüz olmamış bir olguyu önceden kestirmedir.Örn:Newton fiziğindeki bazı yasalardan yararlanılarak gelecekteki ay ve güneş tutulmalarını önceden bilmek gibi.Bir teori ve ya hipotezden çıkarılan her mantıksal sonuç bir öndeyidir.Bir olguyu izah etme oluş nedenini ortaya koyma işi bir açıklamadır.Her açıklamada önceden bir öndeyinin olmasına karşılık;öndeyi niteliğindeki her çıkarımın bir açıklama sağlayacağı iddia edilemez.
Varsayım-Kuram İlişkisi:
1-Varsayımlar kuramlara dönüşebileceği gibi;gelişmiş kuramlar da genellikle varsayımsal öğeler içerir.
2-Varsayım bir tek önermeyle ifade edildiği halde ;kuram bir bütünlük içinde düzenlenmiş önermeler sistemiyle dile getirilir.
3-Varsayım belli ve sınırlı bir açıklamadır;oysa kuram kapsamlıve köklü açıklamalar getirir.
Bilgi edinme süreci aşamasında ortaya atılan geçerliliği ve güvenilirliği bilimsel yöntemlerle saptanmış olan iç tutarlılığı bulunan bilgiler ve açıklamalar bütününe BİLİMSEL KURAM denir.

Klasik Görüşe Yapılan eleştiriler
1-Bilime gereğinden çok değer verilmiştir
2-Klasik görüşün; bilinmeyen şeylerin nedenini bilimin gelişmemiş olmasına bağlamaları doğru değildir.Çünkü evren sonsuz ve sınırsızdır ve bilmeye konu olacak olanların tümünü bilim açıklayamaz.
3-Tüm bilimlerin bir tek bilime indirgenmesi mümkün değildir.
4-Klasik görüşün sandığı gibi bilim; birikimsel bir süreç izlemez.Çünkü bilim eğer birikimsel bir süreç izlemiş olsaydı bilimdeki ani değişiklikler olmaz gelişmeler birbirini tamamlardı..
5-Bilimi oluşturan bilim adamları topluluğunun varlığı görmezlikten gelinmemelidir.
BİLİMİN DEĞERİ 
Tarih boyunca; bilimi bilgiye giden önemli ve tek yol olarak görenler olduğu gibi bilimden korkan ve kuşku duyanlar da olmuştur..
Oysa bilim ne en yüce varlığın en yüksek düzeydeki etkinliği ; ne de zavallı insanın zarar verici bir etkinliğidir..
Bilim insanın diğer etkinliklerinden biri olarak çok yönlü bir varlık alanına sahiptir..
İnsan ilgi ve isteği doğrultusunda bilimsel bilgiden başka gündelik bilgi,dini bilgi,sanat bilgisi, v.b ile de uğraşmaktadır..
Diğer bilgi türleriyle birlikte bilimsel bilginin ve onun ürünü olan teknolojinin insan hayatındaki yeri açıkça bilinmektedir.
                                                       
Ünite 4-VARLIK FELSEFESİVarlık Felsefesinin konusu varlıktır.Varlık;var olan her şeydir. Varlık Felsefesi açısından var olanlar iki biçimde ele alınır.
1-Gerçekte var olanlar:Gerçek varlık,gerçekliğini nesnelerden,olaylardan,kişilerden alan;belli bir zaman ve mekanda var olandır.Gerçekte var olanlar duyu organları ile algılanır.Örneğin:masa,sıra,kitap v.b.
2-İdea’da (zihinde,düşünsel) var olanlar:İnsanların zihinlerinde oluşturdukları kavramlardır.Zihinde var olanları insanlar bir takım olay ve ilişkilerden soyutlayarak elde ederler,bu nedenle duyu organları ile kavranamazlar.
Bilim ve Felsefe açısından VARLIK
Bilim ve Felsefe’nin varlığa bakış açıları şu noktalardan farklılaşır:
*Bilime göre varlık tartışmasız vardır.Bilim varlığın var olduğunu ön kabul olarak benimser ve var kabul ettiği varlıkla ilgili neden-sonuç ilişkileri kurar.
Felsefe varlığın var olup olmadığını da tartışır.Nedenlerin nedenlerini de araştırır.
**Bilimler konularına göre varlığı parçalara ayırarak , kendilerine özgü yöntemlerle inceler.
Felsefe,varlığı bütün halinde görür ve bütün halinde incelemeye çalışır.Bunun içinse gerekirse tüm bilimlerin sonuçlarını kullanarak genel kuramsal açıklamalar yapar.


Metafizik -Ontoloji
Metafizik; ispatlanması ve çürütülmesi mümkün olmayan sorunlarla ilgilenir.
Ontoloji;Varlıkla ilgili sorunların tartışıldığı metafizik alanıdır.
Ontolojinin soruları şunlardır:
1-Varlık var mıdır?
2-Varlığın ana maddesi nedir?
3-Evren nasıl oluşmuştur?
4-Evrenin bir amacı var mıdır?
5-Varlıkta özgürlük var mıdır?
6-Ruh nedir?
7-Ruh ölümsüz müdür?
8-Ölüm nedir?
Tabiat(doğa) filozofları varlığın ana maddesi (arkhe) nedir? Sorusuyla ilgilenmişlerdir.Örneğin Thales; varlık arkesinin su olduğunu söyleyerek ontolojiyle ilgilenen ilk filozof olmuştur.
Aristoteles varlığın ilk nedenlerini araştırarak metafiziğin ilkelerini belirlemiştir.Aristoteles, evreni bir bütün olarak kavramaya çalışmış ve bu çabasından da felsefenin bir disiplini olan Metafizik-Ontoloji doğmuştur.
Ancak Ontolojiyi bir felsefe disiplinine dönüştüren Cristian Wolf’tur.Wolf ontolojiyi;- tanrının,ruhun ve dünyanın varlığını kanıtlamak isteyen bir alan olarak- belirler.
Wolf’un ontoloji anlayışı deneysel bilimlere dayanan Ampirizm ve Materyalizm tarafından eleştirilmiştir.
Kant’ a göre metafizik; bilginin temellerini araştırmalı ve bilginin deneyden gelmeyen öğelerini saptamalıdır.
Fichte.Schelling,Hegel gibi düşünürler Kant’ın gözden düşürdüğü metafiziği tinsel(ruhsal) varlık anlayışı ile yeniden günceleştirmiştir.
Günümüzde metafizik fenomenoloji,yeni ontoloji ve varoluşçuluk (existansiyalizm) felsefeleri ile varlığını sürdürmektedir.
Fenomenoloji;Edmund Husserl ile varlıkların arka planlarında bulunan ve kendi kendilerine varolan özleri dile getirerek;
Yeni ontoloji;Nicolai Hartmann ile varlık kategorileri oluşturup ontolojiyi deneysel temellerle,bilimsel sonuçlarla bağdaştırmaya çalışarak
Existansiyalizm; Heidegger ve Sartre ile varlığın temeline doğa bilimlerini koyanlara karşı çıkarak varlığı Benin yaptığını söyleyerek ontolojiyle ilgilenmiştir.
Ontoloji açısından Varlık


Ontolojik problemler:
1-Varlığın var olup olmadığı problemi:
Varlığın var olup olmadığı ilk çağlardan bugüne ontolojinin tartıştığı temel problemdir.Bu probleme genelde iki bakış açısıyla yaklaşılmıştır. a-Nihilizm(hiçcilik) :
Nihilizm’e göre hiçbir varlık gerçekten var değildir ve varlığı var olan olarak kabul eden görüşlere karşı çıkar.Nihilizm hiçbir değer ve kural tanımayan bir görüştür ve toplumda düzeni sağlayan tüm otoriteleri reddeder.Nihilizm bu biçimiyle siyasal anlamda anarşizme temel oluşturur. Nihilizm’in temsilcileri: Gorgias;Ontoloji alanında nihilizmin ilk temsilcileri ilk çağ sofist filozoflarından Gorgias’tır.Gorgias,”varlık var mıdır?”sorusuna “yoktur” cevabını verir.Gorgias’a göre;”varlık yoktur.Olsa bile bilinemez.Bilinse bile bildirilemez.” Nietzsche; Toplumsal değer ve normları tümüyle inkar ederek nihilizmin 19.yy.daki önemli temsilcisidir. Taoizm: İl çağda çinde görülen taoizmdir.Lao-Tse ‘nin kurduğu taoculuk gerçeğin tüm çeşitliliğine karşın “bir”(tao) olduğunu ve bunun adının,biçiminin, maddesinin, görüntüsünün olmadığını savunur.Aldatıcı olan dünya, varlıktan yoksundur. b-Realizm (gerçekçilik):
Varlık vardır anlayışı realizmdir.Realizm varlığın insan bilincinin dışında insan bilincinden bağımsız olarak var olduğunu savunur.Realizme göre dış dünya bizden bağımsız olarak vardır.Var olan nesnel olandır,duyu organları aracılığıyla algılanabilir olandır. 
2-Varlığın ne olduğu problemi:
Varlığın ne olduğu sorusuna farklı cevaplar verilmiştir;.
a) Varlığı oluş olarak kabul edenler:
İlk çağ felsefesinde evrenin sürekli bir değişim,akış ve oluş halinde olduğunu ileri süren ilk düşünür Herakleitos’dur.O’na göre evrenin ana maddesi “ateş”tir.’Ateşten oluşan her şey dönüp dolaşıp ateşe dönecektir.Ateş yeniden her şeyi yaratacaktır. Evrende her şey sürekli bir değişim OLUŞ içindedir ve durağan değildir.Doğa gibi insanın kendisi de sürekli bir değişim içindedir.’
Herakleitos’a göre evrenin bu oluşuna karşıt güçlerin çatışması ve bu çatışma sonunda ortaya çıkan uzlaşma(sentez) neden olur.Eğer bu çatışma olmasaydı evrende nesneler de olmazdı.Örneğin;yaşam,dişi ile erkekten gelir;otun yok olması,koyunun yaşamasını sağlar.Oluş (canlı-cansız,iyi-kötü gibi) karşıtların çatışmasının bir sonucudur.”değişmeyen tek şey değişme dir”Her değişme belli bir düzene , yasaya göre olur. Bu yasa logos(akıl)dır.
Çağımızda varlığı oluş olarak gören filozof whitehead (viyted) dir. O’na göre her varlık var olabilmek için başka bir varlığa muhtaçtır.Böylece evren bir canlı “oluş” olarak varlığını sürdürür.
                                                                   



0 yorum:

Yorum Gönder